ZEYNEP İLE RÜŞTÜ
( Rahmi ALTINSOY )
Hikayemiz Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu'nun şirin mi şirin bir köyünde geçer. (Yenişar Nahiyesinin Bademli Köyü)
Rüştü askerlik çağına gelmiş güçlü kuvvetli yakışıklı tuttuğunu koparan özü de sözü de bir yiğit delikanlıydı. Rüştünün bir de yavuklusu vardı Zeynep. Güzel mi güzel alımlı mı alımlı, çalışkan, yürekli bir köylü kızı idi Zeynep.
Bu iki genç birbirlerini çok seviyorlardı. Bazen su yolunda bazen alan (tarla) yolunda kaçamaklar yapıp gelecekte yapacaklarını konuşuyorlardı. Buluşmalar bazen Yukarı Yüneklik'in yanında bazen Tekke'de bazen de Söğütlübend’de hatta hatta bazen de Yayla yollarında.
Rüştü’nün askerlik çağı da gelmişti. Bir gün muhtar, Rüştü’nün babasına gelerek Şube'den oğlunun askere alınacağının haberini getirdi. Rüştü de Çanakkale’deki kınalı kuzular gibi vatanını seve seve koruyacak eğer gerekirse onun için hiç düşünmeden canını bile vermekten çekinmeyecekti.
Bu haber iki sevgiliye buruk bir acı vermişti. Zaman geçti cepheye gitme günü gelip çattı. İki sevgilinin ayrılığı çok zordu oldu. Ama yapacak da bir şey yoktu. Rüştü yavuklusunun al mendilini göğsüne koydu. Anasının ve babasının helalliğini istedi ellerini öptü dualarını aldı. Ayrıldılar, birbirlerine baktılar baktılar…..
Rüştü cephede düşmanla cansiperane çarpışıyordu. Elde yok avuçta yok. Millet fakru zaruret içinde yiyecek yok giyecek yok. Mehmetçik yedi düvele meydan okuyor. Arkasında anaların babaların yavukluların duaları. Yaratan’ın yardımı ile püskürtüyordu leş kargalarını bu Cennet Vatan’ın bağrından.
Köyde ise yavuklusu Zeynep tarla sapan işleriyle meşguldü. Bir de Rüştü’süne kavuşacağı günleri bir bir sayıyor sayıyor sayıyordu. Günler böyle geçiyordu.
Cephede her taraf kan gölü olmuştu. Olmak ya da olmak başka bir çıkar yol yoktu. Rüştü ve bir avuç arkadaşı çembere alınmıştı. Bir tek yol vardı ve de zorluydu. Ama başka da çare yoktu. Dik bir yamaçtan gece vakti düşmanın arkasına sarkarak onun cephaneliğini ateşe vermek gerekiyordu. Bu görev de Rüştüye verilmişti. Rüştü Yaradanına sığınarak gece vakti zifiri karanlıkta yavaş yavaş düşmana görünmeden tam siper sürünüyordu. Nihayet düşmanın arkasına sarkmış onların cephaneliğine yaklaşmıştı. Ya Allah diyerek elindeki fitili ateşleyip düşman cephaneliğini havaya uçurdu. Ve kendi de şehit olmuştu ama vatan kurtulmuştu. Rüştü canını vermişti ama elindeki silahını sımsıkı tutuyordu. Arkadaşları silahı elinden alarak onu defnetmek istemişselerde bir türlü muvaffak olamamışlardı. Hadiseyi komutana ilettiler ve komutanları emir verdi “askeri silahıyla defnedin” ve Rüştü vatanı için bayrağı için milleti için kendi varlığını hiçe sayıp “vatan sana canım feda diyerek” canını vatanına feda etmişti. (Allah onlardan razı olsun)
Haber çok geçmeden köye ulaşmıştı. Rüştü'nün babası Halil’i Muhtar çağırıp ona haberi vermişti. Artık gözyaşları ve dualar şehit Rüştü içindi. Bir kenarda kendi halinde gözyaşlarını içine akıtan biri de vardı. Ne yapacağını şaşırmış büzülmüş sevdiğini VATANINA kurban vermiş üstü başı toz toprak saçı başı dağılmış ZEYNEP. Ne yapacaktı bundan sonra artık bu yerlerde duramazdı. Günler günleri kovaladı. Türk milleti düşmanı vatanından kovmuş istiklalini kazanmıştı. Zeynep’e ise talipliler oluyordu. İki kenardan “ölenle ölünmüyor hayat devam ediyor” diyorlardı. “Kızım sevdiğin birine var” diyorlardı büyükleri O ise “benim sevdiğimi vatan aldı benim artık sevdiğim artık olmaz” diye cevaplıyordu.
Zeynep günlerce düşündü taşındı bu böyle yürümeyecekti. Köyden birine varsa Rüştü'nün anasının babasının yüzüne nasıl bakardı. Onlarla karşılaşırsa ne der ne yapardı. Sonunda kararını verdi birisine varacaksa an azından komşu köyden olmalıydı.
Zeynep, Rüştü'nün anası ve babasını üzmemek için ve eski hatıralarından uzaklaşmak için bunu yapmalıyım diyordu içinden. Ve nihayet yakın köyden Ömer isminde bir gence vardı. Günler ayları aylar yılları kovaladı Ömer’le çoluk çocuğa kavuştu. Zeynep bazen değirmene giderdi. Un yaptıracağı buğday dolu çuvalları kağnıya yükler Yenişarbademli’nin baş değirmenine götürürdü. Tekkeyi geçtikten sonra Söğütlübend denilen yere gelince kağnısını söğüdün gölgesine çeker. Öküzlerin önüne bir şeyler verir onlar dinlenirken oradaki tarlanın birinden bir avuç toprak alır onu öper koklar koklar gözyaşlarını avucundaki toprağa akıtırdı. O avucundaki gözyaşı ile ıslattığı toprağı tülbendinin bir kenarına bağlar buğulu gözlerle tarlanın etrafını şöyle bir iç çekerek süzerdi.
Tekrar yola koyulur.Değirmende buğdayı un yaptırdıktan sonra.Yine aynı yere geldiğinde Rüştü'süyle buluştukları, çalıştıkları, hayaller kurdukları, yorulduklarında oturup toprak testiden buz gibi su içtikleri ve dinlendikleri tarladan yine bir avuç toprak alıp gözyaşıyla suladıktan sonra titrek bir ses tonuyla ta ciğerden gelen “ahhhh…” sesiyle yoluna devam ederdi……
28 Ağustos 2006
ISPARTA
Web hosting by Somee.com